Bir Vardı, Bir Yoktu..
Günlerdir salonun bir köşesinde yalnız, zihni bulanık ve kalbi sönük oturuyordu.
Bu eve gelişini hatırladı.
Nihayet yerini bulduğunu, şen kahkahalara eşlik edeceğini, çocuk cıvıltılarının etrafını saracağını düşünmüştü
Hele o ilk gün.
Giydiği beyaz tüllü elbisesi, altın takıları ve çiçeğiyle nasıl da ihtişamlıydı.
Onu gören gözler kamaşmış, herkes üstüne titremiş; takip eden günlerde ev halkının keyifli dakikalarında, nice sohbetlerine şahitlik etmiş; hatta ufaklığın doğum tatlılarını bile günlerce o taşımıştı.
Kerata eteklerini altına saklanıp oyunlar oynar, Tarık her sabah gazetesini onunla okur, Ayten kahvesini onsuz içmezdi.
Sonra..
Gün doğdu, gün battı.
Ufaklık tabletiyle odasına, Tarık telefonuyla koltuğuna, Ayten de tv dizilerine gömüldü.
Keyifli dakikalar tükendi.
Sohbetler kesildi.
Oyunlar bitti.
Sonra..
Kalbini acıtan bir cümle söylendi.
Ayten Tarık’a dedi.
‘Atalım şu işe yaramaz yemek masasını’