Büyüklere ÖykülerGenel

DENİZ FENERİ VE KAYIK

                                                            

    Korkulu gözlerle yaklaşan fırtınaya bakıp, kıyıda duran gövdesine doğru yükselen suları fark ettiğinde bunun ilk seyahati olacağını hissetmişti. Kalbinin en ince ayrıntısına kadar inen o değişik baskıcı ağırlık, üstünde derin bir korku.. Biliyordu o bir kayık idi, eninde sonunda engin denizlere açılacaktı ama o gün bu karanlık, fırtınalı, sahipsiz, bilinmez gecede mi olacaktı. Tutundu var gücüyle çekildiği o kızağa ama nafile.. Sular sanki en tatlı lokmasını yutan iştahlı bir çocuk gibi zevkle ve aceleyle sırtından  kavrayıp onu çokluğa  kavuşturmak için gayret ediyorlardı. 

    Gökyüzünde cümbüşlü sergi de cabasıydı. Bulutlar kanlı bir dolunayın etrafını çepeçevre sarmış   şimşek de sanki ona serenad yapıyordu. Yağmur tüm hünerlerini sergileyerek denizin üstüne boşalıyor, rüzgar yağmur tanelerini saçarcasına savuruyordu.  

   Tümsekli dalgaların üstünde bata çıka hayatta kalmaya çalışırken, denizi hiç sevmediğini, denizlere açılan, işe yarayan bir kayık olmaktansa insanların gelip kıyıda fotoğraf çekildiği bir tür sandalye görevi görmenin daha güvenli olduğunu düşündü. Zeminin kayganlığı, hayatta kalma gayretinin sorumluluğu, bilinmezliğin amansız tehditleri yoktu orada çünkü. Hatta geceyi, rüzgarı veya güneşi takip etmeye de gerek yoktu. 

  Fakat olan olmuş ve bir anda modellikten kayıklığa terfi edilmiş ve Zaman Efendi onu hiçbir talime tabi tutmadan hadi özgürsün, şimdi açıl denizlere ve kendin ol demişti. 

  O ilk serüveni işte böylece başlamıştı… 

  İstemsizce açıldığı o engin denizde çırpındığı ilk dakikalarda zihni tik tak sesi çıkaran, dakikaları ardı ardına gösteren bir saat gibi durmaksızın çalışıyor ve onu ince ince düşüncelere sevk ediyordu. Bir varlığın kendisi gibi olması, o varlığın cesaretle yürüyüşünün bir ödülüydü. Varlık ya sebepler silselesinde elalem bataklarında amaçsızca gezinecek veya bir seçim yapacak, hayatın sorumluluklarını alarak yaşamın hakkını verecek ve kendi olacaktı. O tüm bu düşünceler içinde çırpınırken rüzgâr da onu savurmuş ve gece zifiriye doğru evrilmişti. 

   Az sonra dalgalar onu devasa, metal, kopkoyu bir gölgenin üzerine doğru sürüklemiş ve bu karanlık gölgenin hemen önüne bırakıvermişti. 

Henüz ne olduğunu anlamadan yük gemisinin kalın ve boğuk sesiyle irkildi ; 

‘’Nereye böyle küçük kayık, buralarda ne işin var?’’ 

‘’Fırtına buralara savurdu’’ dedi küçük kayık usulca. 

‘’İyi ama sen bir kayıksın. Deniz sana sen denize sevdalı, rüzgar ilerleyişinle coşkulu, balıklar gelişini seyirde, martılar sana eşlikte ..savrulmak bunun neresinde ..’’ 

‘’Ama deniz ve rüzgar hiddetli, balıklar yanımdan geçip gitti, martıları ise hiç göremedim’’ dedi küçük kayık sitemle. 

‘’Sana denizleri, okyanusları, balıkları ve martıları anlatırdım ama gitme vaktim geldi’’ dedi yük gemisi aceleyle. ‘’Sen en iyisi bizim deniz fenerini ara bu yolculuk boyunca.’’ 

‘’Nerede bu deniz feneri?’’ diye sordu kayık korkuyla 

Yük gemisi homurtuyla karışık bir fısıltıyla: 

‘’Kendini bırak denize ve rüzgara, onlar seni ulaştırır deniz fenerine kolaylıkla’’ dedi ve gitti. 

Yük gemisinin ışığı ufukta neredeyse görünmez olunca bizim küçük kayık kalbinde bir endişe ne olacak şimdi diye olduğu yerde beklemeye başlamıştı ki; denizin kabaran suları sakinledi, rüzgar uğultusunu tatlı bir esintiye çevirdi ve güneşin pembe kızıla çalan o ilk ışıltıları denizin yüzeyine yansımaya başladı ve tam deniz feneri diye mırıldandı ki yanında beliren bir yunus balığı etrafında çepeçevre dönerek ona karşıda ancak çok dikkat edilirse fark edilecek kıyıyı işaret ederek yanından ayrıldı. 

‘’Ah ‘’ dedi birden. ’’Buraya kadar beni rüzgar getirdi, denizde nasıl ilerleyeceğimi de bilmiyorum ki!!’’ 

Rüzgarın sesi esti tatlı tatlı. 

‘’Endişeyi bırak küçük kayık. Senin fıtratında bu koca denizi baştan başa geçebilecek bir potansiyel var. Sen iste, gerisini bana bırak’’ 

Küçük kayık rüzgarın cevabına şaşırdı. İçinden dolup taşan bin bir sitemle söylendi: 

‘’ Sen değil misin sebepsiz fırtına çıkarıp bütün gece beni bir o yana bir bu yana savuran’’ 

Rüzgar tatlı sakinliğiyle cevap verdi: 

‘’Fırtınayı ben değil, sesini bir türlü duymadığın kalbin çıkardı’’ 

Küçük kayık cevabı anlamadı. 

Olanca kuvvetiyle sağa sola yalpalandı gövdesini hareket ettirmek istedi fakat başarılı olamadı. İçinden söylenmeye ‘’ey rüzgar hani bana yardım edecektin ‘’ diye siteme başladı. 

Saatler böylece geçti. Güneş devrini bitirmek üzereydi. Rüzgardan hiçbir ses de çıkmamıştı. Deniz Fenerinin o uzakta karşı kıyıda olduğunu hissetmiş ama görememişti. 

Sakinleşti önce sonra seslendi. ’’Sevgili Rüzgar, yardımını dilerim’’ 

Rüzgar hafiften esti, arkasından bir kuvvet onu dikkatlice itti. Denizin üstünde süzülürken gözlerini kapadı. ’’Deniz Feneri artık gecemi aydınlat ‘’ diye seslendi.  

Gözlerini açtığında sarp, yüksek bir kayalığın ucunda olanca zarafetiyle dimdik duran beyaz deniz fenerinin onu selamlayan bakışlarıyla tanıştı. 

Deniz feneri karanlığın denize çökmesiyle birlikte ışıklarını yakarak küçük kayığa gülümsedi. 

Küçük kayık soru sormak istiyor fakat çekiniyordu. 

İçinden bir yerden gelen bir fısıltı duydu. 

‘’Sor’’ 

Sen de kimsin dedi etrafına bakınarak 

….. 

Deniz Feneri ‘’ O kalbinin sesi idi’’ 

‘’Tüm bu yaşadığın fırtına, yalnızlık ve karanlık sana sesini duyurabilmek içindi.’’ 

‘’Ama nasıl olur. Onu duymadığım için mi bana bu kadar kızdı?’’ dedi. 

‘’Evet. Çünkü O bu hayattaki en büyük gücümüzdür.’’ 

Hayretle idrak arasında şaşırdı kaldı küçük kayık.  

Bu sefer  cevabı anladı ve kabul etti. 

Her çıkmaza düştüğünde kalbine sordu.  

Tüm ikilemlerini onunla çözdü.  

Engin denizlere onun rehberliğinde cesaretle açıldı.  

Küçük gövdesine aldırış etmeden nice ülkenin kıyılarında özgürce dolaştı. 

Ve her yıl rehberliğinden ötürü Deniz Fenerine uğrayıp selamlaştı. 

                                                                                                               Hatice ÇAKMAK ŞAHİN 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir